29 Temmuz 2017 Cumartesi

Ceres’te bunalım var

Geçen yine yazdığım tüm satırları makasladım. Haberleşme Bakanlığı editörleri haber metnini yeterince karmaşık, rastgele ve kaotik bulmamış. Neymiş efendim, birinci cümlemden ikinci cümlemin geleceği belli oluyormuş. Çift sayılara denk gelen cümleleri çıkart, yazı adam olsun diye not düşmüşler. İlk defa başıma gelmiyor. Böyle anlarda aklıma hep lise edebiyat hocam gelir. Senden yazar olur olmasına, ama dikkat et, gereksiz yere anlam arıyorsun, örgü olmayan yerlere sanal örgüler örüyorsun, demişti. Bir yazar, kendisinin bile çözemediği yazılar yazabildiği zaman iyi bir yazardır. Kafamı onaylarcasına salladım, peki hocam, dedim, ne demek istediğini anlamaya çalışarak. Gözleri, hiç anlamayacaksın, diye fısıldamıştı, belki de zaten bu yüzden bir yazar olabilirsin, en azından. Dün gibi hatırlarım.

Notu düşen editörlerden birini tanıyorum. Geçenlerde gerçekleşen edebiyatta anlamsızlık akımı panelinde tanıştım. Anlam ancak bilinçli bir şekilde yaratıldığında sanatsal olur ve günümüz Ceres’inde kabul görebilir, dediğinde dudaklarımı büzmekten başka bir şey yapamadım. Edebiyatın kusursuz iletişime indirgendiği günleri hatırlatıp, bir daha asla edebiyatın ortaçağ batağına düşmeyeceğiz, dedi. Edebiyat iletişmek için yapılmazmış, yapılamazmış. Edebiyatın amacı anlamdan anlamsızlık çıkartmak, doğan anlamsızlığı hiçliğimizle bütünleştirmekten başka bir şey değilmiş.

Sırtımı sıvazladı editör. Aklımdan geçenler, tümcelerinin ne kadar anlamsız olduğuydu. Çay kadehiyle etki alanımdan uzaklaşırken, belki de anlamam gereken bu, diye mırıldandığımı anımsıyorum. Hiçbir zaman yeterince anlamsız olamayacağım. Dedem, bende eskilerin geni olduğunu söylerdi, ölmeden önce, yani varlığa karışmadan önce. Yokken varlığı hissedebilmek, derdi, tuhaf bir hiçliksin sen, çocuk.

Hayatta örüntü arayışlarımın başımı sokmadığı bela kalmadı desem, yeridir. Ailem psikolojik yardım almam gerektiğine inanadursun, arkadaşlarım eski metinlerden buldukları bir sözcükle bütünleştirdiler beni: Paranoyi. Paranoyi aşağı, paranoyi yukarı. Hiçbirini umursamadım ama sevdiğim kız, tam bir anlam makinesisin, deyince içim bir cız oldu. Aşkı yeterince anlamsız bir şekilde yaşayamayacağıma inanıyormuş. Hâlbuki ben onda anlamı yeniden keşfetmiş, varlığımı onun bedeninde yenilemiştim. İçimden geçenler bunlarken, nasıl olur da benim için çok anlamsızsın, diyebilirdim ki? Demedim. Kaşlarını çattı ve beni kendi hiçliğimle yalnız bıraktı.


İlk paragrafla son paragrafı anlamlı bir şekilde birbirine bağlamak bu kadar güçken, yazılarımda yarattığım anlamlar neden hak ettikleri ilgiyi görmüyor? Anlamsızlığın bu kadar yüceltildiği bir gezegende, anbean doğurduğum anlamları makaslamayayım da ne yapayım? Hiçliğimin her bir anlamını sessizliğime gömüyorum, sonra da sessizliğin içinde var oluşlarını izliyorum. Sonra dedemi hatırlıyorum, nohut büyüklüğünde taneleri olan tespihini anımsıyorum hatıralarımda, uzak bir yerlerde. Parmağının her bir tespih tanesine vuruşunda zamanı yeniden tanımlayışını. Parmakların zamanı kontrol etmeye yeter mi, dede?, deyişim kesiyor aklımı mesela. Bana bakıyorsun kara gözlerinle. İstersen seni iki tespih tanesi arasına sıkıştırabilirim, diyorsun. Gülüyorum. Neden gülüyorsun oğlan, diyorsun. Biliyorum, sırıtışın dişlerinin arasında bir yerde. Çünkü ne kadar anlamsız olmaya çalışırsan çalış, ben seni anlıyorum be dede, deyişim yankılanıyor aklımda. Kafama vuruyorsun, pat pat. Okşamayla karışık sevgi sertliği diyorum kendi kendime. Kimse kimseyi anlamaz, diyorsun. İletişim, yalan bir sanat. Ben sende sevginin kabuklarını görüyorum oysa. Sana her bir bakışımda kabuklarını yoluyorum teker teker. Yolduğum kabuklarını senden bir parça oldukları için saklıyorum içimde. İçimde fersah fersah örüyorum kabuktan yollarını ve sadece umuyorum. Bir gün bana anlamsızlığı öğretmeni sadece umuyorum.