21 Şubat 2014 Cuma

Enstitü

Bir gürültü koptu. Herkes şaşkınlıkla birbirine baktı. Köylüler, Tarım Üretim Merkezi’nden çıkmak üzereydiler. İş kıyafetlerini dezenfektan sepetine atmışlar ve köylü giysilerine bürünmüşlerdi, yine. Sonra dışarıya akan o kalabalığa karışmışlardı.

Köylü, arkasından ittiren kitlenin etkisiyle dışarı püskürdüğünü düşünmeden edemedi. Yağmur dinmişti. Yerler ıslaktı ama ayakkabılarından içeriye geçecek kadar etkili değildi bu ıslaklık. Gözü kararmakta olan akşamın alnında parıldayan ateşe kaydı. Bir şey yanıyor olmalıydı. Kalabalığın yönlendirmesiyle yanan bölgeye doğru yürümeye başladı. Etrafındaki herkesin fısıldaştığını hissedebiliyordu; ama onun aklı sırtındaki ağrılardan başka noktaya odaklanamıyordu. Reşit olalı ve Tarım Üretim Merkezi’nde çalışmaya başlayalı birkaç ayı geçmişti, yine de bedeni alışamamıştı iş yorgunluğuna. Günün birkaç saati toprağa eğilmiş bir şekilde çalışmak, sırada oturmakla eşdeğer değildi. Sırtının duyumsattığı her ağrı atağında Çocuk Eğitim Merkezi’ndeki derslerini hatırlar olmuştu. Yine de bu özlem sadece birkaç dakika sürer ve reşit olmanın gururuna bırakırdı yerini.

Önündeki kitledeki genç köylülerin ‘Yanan bina Genetik-Ziraat Enstitüsü!’ demesiyle düşüncelerinden sıçradı. Adeta gözleri sonuna kadar açılmış ve biraz önce hiç de önemsemediği bu ateşin geldiği yön anılarında canlanmıştı. Eğitim Merkezi’ndeki öğretmenlerinin ders dışında çalıştığı yerdi burası. Beyaz odalarda beyaz önlüklü insanların aslında onlar, Köylüler, için çalıştığı yerdi. Öğrencilerin pek göremediği fakat öğretmenlerinin hep hayranlıkla bahsettiği bilim insanlarının eviydi. Daha küçükken beyaz önlüklü görmek için çitlerinin civarında arkadaşlarıyla dolaştığını hatırladı, Köylü. Her boş vaktinde arka cebine kitabını sokuşturup Enstitü’nün yanındaki koruya gider ve onu rahatça gözlemleyecek bir ağacın altına otururdu. Bir gün o beyaz koridorlarda kendisinin de yürüyeceğini, beyaz önlüklü arkadaşlarıyla bilim tartışacağını ve birlikte bulacakları o icadın Zinli yöneticileri köylerinden atacağını hayal ederek uykuya dalardı. Büyüdükçe hayallerinden nasıl da koparıldığını hatırladı, Köylü. Reşit olma gururunun nasıl da her şeyin önüne geçtiğini hatırladı, sonra da sırt ağrılarını.

Yanındaki insanlarla koşarak ilerlemeye ne zaman başladığını anımsamıyordu. Tek hissettiği dehşet duygusuydu. Çevresindeki herkesle bu hissi paylaştığını biliyordu. Sanki herkes bir anda kaybetmeyi hiç düşünmediği oyuncağını yerinde bulamamanın korkusuna bürünmüş ve koşmaya başlamıştı. Koruluğun sonuna doğru bağrışmalar ve çığlıklar kulaklarını doldurmaya başladı. Alevler gözlerini alıyordu, öyle ki telaştan ağaç dallarına takılarak düşenler fark edilmiyor ve izdiham yaşanıyordu. Koruluk sınırında ansızın durakladı Köylü. Arkasından ona çarpan insanları duyumsadı sırt ağrılarında, ama önemsemedi. Bir an bütün iletişimi kesildi dünyayla, kıpırdayamadı. Bütün çevre köyler alana toplaşmıştı. Sinirli insanların sesini duydu.

‘İlerlemek mümkün değil, polis elektromanyetik duvar örmüş!’ diyerek bağıran bir Köylü geçti yanından. Bir ayakkabısını kaybettiği için topallıyordu. Birkaç metre ilerisinde bir toplaşma vardı. Ellerini gözlerine siper ederek ateşin delici ışığından kurtulmaya çalıştı, sonra birkaç adım attı bilinçsizce toplaşmaya doğru. Bir itişme kakışma oldu ve topluluk aralandı. O sırada açılan aralıktan gördü, bir beyaz önlüklü yerde baygın yatıyordu. Etrafındakiler yüzüne su çarpıyor ama adam ayılmıyordu. Hayal dünyasına gitti aklı. Güneş ışığında yeşil bitkilerin arasından adeta birileri aklında bağırıyordu, ‘elektromanyetik duvara yaklaşmayın, geri durun!’.

Köylü birkaç adım attı, neden bu dost seslere inat ettiğini anlamayarak. Duvarın nerede başladığını göremiyordu. Nerede kendisini yutmak isteyeceğini bilmiyordu. Dokunduğu anda bütün bedeninden soyutlanacağını tahmin edebiliyordu. Belki bilincini kaybedeceğini, o beyaz önlüklü gibi yere kapaklanacağını biliyordu. Neden ilerlediğini bilmeden yerde yatan bedenleri geçti. Sonra durakladı, daha önce hiç olmadığı kadar yakındı Enstitü’ye şimdi. Birinin kendisini görme ihtimalinden çekinerek koruya saklanmamıştı. Apaçık karşısına çıkmıştı. Neden bu kadar geç diye fısıldadı kendi kendine. Kızdı ansızın, kaybetmeyi kabullenemedi. Her ayrıntısını kafasına kazıdığı bu binanın yok oluşunu çaresizce izlemeyi yediremedi hayallerine. Belki bedenine sorsa bu soruyu, durabilirdi olduğu yerde. Ama hayallerine sormuştu bir kere. Tam adımını atacaktı ki kafasına sert bir darbe yedi.

Her yer yeşildi şimdi. Güneş ışığı beyaz odaları aydınlatıyordu. Kollarına baktı. Bembeyaz önlüğü vardı. Göğsünde bir heyecan dalgası kabardı. Enstitü’de olmalıydı. O zaman bir odası da olmalıydı. Hızla yürümeye başlamıştı ki biri arkasından hırçın bir sesle bağırdı. ‘Kimsin sen?’ Durdu. Kimdi o? ‘Cevap ver Köylü!’ dedi bu sefer ses. Köylüyüm ben, diye fısıldadı. Sonra aklına beyaz önlüğü geldi. İçini bağırma isteği kapladı, görmüyor musun bilim adamıyım ben, demek istedi kaba sese. Bir hışım döndü kollarını kaldırarak; ama kolları beyaz değildi artık. Yırtık köylü entarisinin ince kumaşını gördü gözlerinin önünde. Sonra başını kaldırdı, şaşkın gözlerle. Biçimsiz ses, sahibi gibi boşlukta yankılanıyordu, ‘Neden buradasın Köylü?’. Sesin bir bedeni yoktu ve beyaz odalar şimdi alev kırmızısına dönüşmüştü. Soğuk bir demir parçası hissetti ensesinde. Dizlerinin üzerine çökmüştü, kaba saba botlar görüyordu hayal meyal. Cevap vermedi, çünkü bir cevabı yoktu. Beyaz odaya dönmek istiyordu. Sonra namlunun tenine işlediğini duyumsadı daha derinden. Ses bağırdı bir kez daha, ‘Cevap ver, Köylü, yoksa ölürsün!’.

Sırtının ağrıdığını hissetti. Ayağındaki nasırı hatırladı. O gün ellerine batmış olan dikenler geldi aklına. Yağmurda akan evinin damını gördü gözlerinin önünde. Tarım Üretim Merkezi’ndeki jenerik bitkileri, yapay güneş ışığı ve dezenfekte kıyafetleri anımsadı, teker teker. Sonra da her şeyden önce bir insan olduğunu hatırladı, bulanık bir şekilde. ‘Köylüyüm, ben!’ diye geri bağırdı.
‘Neden buradasın?’
‘Yangın vardı… Bilmiyorum.’ Namlunun eskisi kadar sert olmadığını hissetti. Hırçın ses devam etti.
‘Kimin köylüsüsün?’ Kimsenin köylüsü falan değildi, ama vermesi gereken cevabı biliyordu.
2050. Köy Tarım Üretim Merkezi’nin’.
‘Sol kolunu havaya kaldır!’ Köylü, polisin bütün köylülerin sol koluna işlenmiş olan aidiyet etiketini görmek istediğini anlamıştı. Yavaşça kolunu kaldırdı, giysisinin yeni yerçekimine karşı koyamadı. Yapay gün ışığıyla bronzlaşmış kolu tüm çıplaklığıyla ortaya çıktı. Harflerden ve sayılardan oluşmuş kapkara bir kod adeta sıska iskeletine işlemişti.
‘Yaşamak istiyorsan şimdi koşarak buradan uzaklaş!’

Silah inmişti. Adamın ağır botuyla sırtına vurarak kendisini ittiğini hissetti Köylü, hayal meyal. Yarım yamalak hareketlerle doğruldu ve bir iki kere tökezleyerek koruya doğru koşmaya başladı. O sırada arkasından bir bağırış duydu, ‘Özgür bir köylüyüm! Hiç kimsenin…’ ve ardından bir silah patlaması kulaklarında çınladı. Adeta nefes almayı unutmuş bir şekilde kaçtı koruya. İniltiler duymuştu, ya da belki de o uydurmuştu bu sesleri. Aklında yarattıkları dâhil hiçbir ses duymayıncaya kadar koştu. Kaç tane bedenin üzerinden atladığını hatırlamıyordu, ya da kaç tane insana çarparak düştüğünü. Tek anımsadığı zamanının hızıyla koştuğuydu. Adrenalini tükendiğinde tökezledi, yere kapaklandı ve olduğu yerde kıpırtısızca kaldı. Beyaz koridorların yerini yangın kokusu alıncaya kadar ölü bir bedeni anımsatırcasına yattı dalların üzerinde. Üzerinden birkaç tane insanın atladığını gördü. Çığlık atan bir çocuğu ve birkaç silah sesi duydu. Sonra sırtının ağrısını hatırladı. Sonsuza kadar o ağaçların arasında bu şekilde kalabilirdi; ama kendini zorladı ve doğruldu. Sağındaki ağaca doğru süründü ve sırtını ağaca, yüzünü ışığa verdi. Tükenmiş bir nefesle baktı Enstitü’ye. İçinde bir yerlerde bir çocuğun öldürüldüğünü hissetti. Belki silah ensesinde patlamış olsa canının bu kadar yanmayacağını düşündü. Zinliler benim reşit yaşımı yanlış hesaplamışlar, diye söylendi buruk bir gülümsemeyle, ben şimdi reşit oldum, diye fısıldadı dudaklarını ısırarak. Zor tuttu gözlerini, kendinden utandı. Karmakarışık duygularla küle dönüşen hayallerini izlemeye daldı.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder